4 Temmuz 2010 Pazar

Bu Doktorları hatırlamalıyız...


.."Gercekci olalım, imkansızı isteyelim"
diyen arjantinli idealist doktor,
devrimci,devlet
adamı. ernesto che guevara'nın hitabı...


""gençlik ! (ve ben de kendimi genç hissediyorum..) çok çok çalışmamız gerekli.. gözüm ağrıyor, gözlüğüm yok göremiyorum, okumayı sevmiyorum,yoruldum ve benzeri şeklinde şikayetler etmemeliyiz.. tüm bunlar her insanın karşılaştığı zorluklardır.. sonuç olarak çalışmalıyız !"



"ilkoul öğrencilerini sabahleyin güne başlatan "Türküm doğruyum çalışkanım" andının yaratıcısı,Darülfünun'da üniversite reformunu başlatan Aydın Mebusu ve Milli Eğitim Bakanı
Dr. Reşit Galip


Ekim 1920

Zavallı köylü !
Bu yurtta,bir karış toprağı bile bulunmayan sen;
Vatanı savunmaya koşuyorum diye,
Birinde,buzları ayakları donduran,
Birinde,Güneş'i beynini yakan cephelere koştun.
Yedi kat cennetin alamayacağı kadar çok şehit verdin.
Topla öldün?
Acından öldün?
Yorgunluktan öldün?
Hastalıktan öldün ..!
Aslında neyi savundun sen ?
Namusunu mu ?
O namusu düşman değil,
Geride,altın seccadesinde,yan gelen zorba çiğnedi.
Vatan mı ?
O'nda senin hiçbir hakkın yoktur !
Her şey,her şey,
sen de birlikte,her şey zorbanındır.
Senin bu ülkede biricik nasibin;
Gelip geçen zorba hükümetlerinin,
hırsız ve zalim jandarmalarının kamçısıdır !...
Haydi bir düşman daha gelmiş,
İzmir'i alıyor.
Yine silaha sarıl.
Koş tepele.
Zenginlerin çiftliklerini,
Seni soyup,çıplak ve sefil sokağa atan zorbaların,
Rahat ve huzurunu savunmak gerek !
Al şu silahı,koş.
Gerekse ve gerekmese de öl...!
İşte,hem seferberlik sırasında,
Hem de mütarekeden sonraki Milli Savaşlar'da,
Ordu'dan kaçma olaylarının,
nedenini burada aramak gerekir?
Köylü.kendisine verilen emirlerdeki,
İnsafsız sözlerin anlamının ne olduğunu,
Kendisinin,kimin hakkını savunmak için,
öne sürüldüğünü anlamıştır ..?
Biz,nedense kendimizi çok akıllı,
Köylüyü de hayvan bildiğimiz için,
Hep yanılmakta,aldanmaktayız.
Bunu kavrayabilmek için,köylüye inmeli,
O'na güven verdikten sonra,
Dertlerini ve şikayetlerini dinlemeliyiz.
O'nun,neden kendine yakışan bir yiğitlikle,
savaşmadığını işte o zaman anlarız.
"Caninin elinden alınan bıçakla,
O'nun canına kıymaktan,
daha adaletli ve zevkli ne vardır !"


Eylül 1932 

Bir akşam sofrada laf halkevlerinden açılınca, Dr. Reşit Galip, bazılarının devrimin hızına ayak uyduramadıklarından yakınır.
Kast ettiği, Atatürk'ün hocası olan Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet Bey'dir. Dr. Reşit Galip bir örnek verip "Bu kokuşmuş kafalarla devlet yürütülmeyeceğini" söyler.
Atatürk, hafif içkili bir halde kendi hocasına hakaret eden bu genç doktoru kibarca uyarır:
"- Sözlerinizde daha ölçülü ve müsamahalı olunuz" der.
Reşit Galip aldırmaz, devam eder:
"- İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu oluyorlar."
Konuşma buradan itibaren Atatürk'le Reşit Galip arasında bir söz düellosuna dönüşür:
"- Esat Bey hocamdır. Beni okutmuş olması değer taşımıyor mu?"
"- Kusura bakma paşam, taşımıyor! Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama, kimbilir nice tutucu da çıkmıştır."
"- Bu masada hocama hakarete müsaade edemem."
"- Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum."
Bu noktada ipler kopar. Atatürk "Fazla alkol almış olacaksınız. Biraz dinlenseniz iyi olacak. Buyrun istirahat edin" der.
"-Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar benim de hakkımdır."
Reşit Galip hiç aldırmayınca, Ata:
- O halde ben kalkarım, diye sofrayı terk ediyor. Sofradakiler de dağılmaya hazırlanırken, yaver şu emri getiriyor:
- Cumhurbaşkanı hazretleri kendileri varmış gibi sofranın devamını rica ediyorlar.
Ertesi sabah Reşit Galip, Ankara’ya hareket ediyor. Fakat aradan çok geçmeden Milli Eğitim Bakanı oluyor.
(Atatürk'ün Sofrası, İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, 1995. ss. 93




































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder